Yetişkin nüfusun yüzde 15-20’sini etkileyen varis, uzun süre ayakta kalan ya da uzun süre oturarak çalışanlar için risk faktörü oluşturuyor. Kadınlarda, erkeklere oranla 4 kat fazla görülüyor. Toplardamarların genişlemesi, uzaması ve kıvrımlı hal alması olarak tanımlanan varis, 4 saatten fazla ayakta kalanlarda 3 kat daha fazla görülüyor.
Medical Park Samsun Hastanesi Kalp Damar Cerrahisi Kliniği’nden Yrd. Doç. Dr. Atilla Saraç “varisin nedenleri ve tedavi yöntemleri” hakkında bilgi verdi. Yrd. Doç Dr. Saraç “Varis toplardamar hastalığıdır. Toplardamarlar kanı ayak bileği seviyesinden alıp önce kasığa oradan da kalbe ve akciğere taşıyor, ancak taşıyamayıp kan aşağı doğru kaçıyorsa, varisler oluşur. Toplardamarın aşırı derecede genişleyip kıvrımlı hal almasına varis diyoruz. Üç çeşit varis vardır. Çapı 1 mm’den küçük varislere kılcal varisiler diyoruz. Çapı 1-4 mm arasında olan varislere retiküler varisler denmektedir. Trunkal varisler ise çapı 4 mm’den büyük olan varislerdir, trunkal varisler çok daha büyük çapa ulaşabiliyor” diye konuştu.
Kadınlarda erkeklere oranla 4 kat daha fazla görüldüğünü söyleyen Yrd. Doç. Dr. Atilla Saraç “Ama en önemli nedeni ailesel yatkınlıktır. Kişinin annesinde varis varsa çocuklarında varis olma olasılığı yüzde 40-50, babada varsa yüzde 15’tir. Kişinin hem anne hem de babasında varis varsa, varis olma olasılığı çok daha yükselmektedir. Diğer önemli bir faktör de kişinin sabit kalmasıdır. Sürekli oturur ya da sürekli ayakta kalırsanız varis oluşumu artar. Cerrahlarda, diş hekimlerinde, öğretmenlerde, kuaförlerde varis çok fazla görülmektedir. Hamilelik, aşırı kilo da varisin oluşmasına neden olur. Bu meslek grubundaki insanlar varisleri olmasa bile varis çorabı giymelidirler” şeklinde konuştu.
Yrd. Doç. Dr. Atilla Saraç şöyle devam etti: “Varisler toplardamar hastalığıdır, dıştan baktığımızda toplardamarların sadece yüzde 5-10’ini görebiliyoruz. Yüzde 90 kısmı ise derinde, kasların arasındadır. İçeride ki ana damarlarda varis olup olmadığını doppler denilen bir damar ultrasonu ile inceliyoruz. İçerideki damarlarda sorun varsa, dıştaki damarları biz ne kadar ilaçla, köpükle lazerle kaybedersek kaybedelim yedinden oluşur, o yüzden içerideki damarların durumunu da görüp sorunu o şekilde sorunu çözüyoruz. Eğer içerideki damarlarda sorun varsa, bunlar için genellikle cerrahi müdahale yapılmaktadır.”
Klasik cerrahi yöntemini çok önermediklerini söyleyen Dr. Atilla Saraç “Çünkü klasik cerrahide büyük kesiler yapıldığı için ve damar yerinden sökülerek yapıldığı için çok ağrılı bir işlemdir. Bu yüzden ya belden iğne gerekiyor ya da genel anestezi gerektirir.
Ameliyattan sonra hastanın hastanede en az bir gün yatması gerekiyor. Hastanın toparlanması günler alabilir. Son on yıldır ise endovenöz ablasyon yöntemleri (lazer, radyo frekans, glue) yöntemi giderek artan şekilde uygulanıyor, lazer ya da radyo frekans yaptığımız zaman hastaya hiç anestezi vermeden, lokal anestezi ile yapılabilmektedir. Bu yöntemde cerrahi kesi yapılmadan varisleri yakarak ya da yapıştırarak kaybedebiliyoruz. Hatta son iki yılda çıkan yeni bir yöntemle varisleri yapıştırma tekniği ile damarları kaybedebiliyoruz. Bu tedavi yöntemleri ile hasta hastanede yatmadan operasyondan birkaç saat sonra kalkıp varis çorabını giyip gidebilir. Bu işlemi yaptıktan sonra dıştan görünen kırmızı, yeşil küçük damarlara ya direk ilaç vererek ya da ilacı hava ile karıştırıp köpük haline getirerek kaybediyoruz. Ama hastanın içerideki sorununu çözmeden köpük ya da lazer yaparsanız, kısa bir süre sonra varisler fazlasıyla çıkar” dedi.